26 Haziran 2011 Pazar

şizofren yazılar

Bugün eskileri karıştırdım. Bir zamanlar yazdığım yazıları buldum. Böyle yazılar yazmış olduğuma şaşırdım. Okuduğum yazıların sahibi, hâlâ içimde yaşıyor mu diye düşündüm. Sen de oku, sen de düşün! "Sen, ben, değirmenlere karşı... Bile bile birer yitik savaşçı, akarız dereler gibi denizlere. Belki de en güzeli böyle."

22 Nisan 2003 Salı, Manchester

Belki de sen, ben, değirmenlere karşı... Koşuyordum, değirmenlere doğru, elimde süpürge sapından kılıcım, başımda berber tasından miğferim koşuyordum. Atını kaybetmiş bir şövalyeydim. Değirmenlere doğru yol aldığımı anladığım an geriye dönüp "Bunlar yeldeğirmeni!" dedim. Ardımda koskoca bir sessizlik vardı. Anlaşılan yalnızca atını ve aklını kaybetmiş bir şövalye değildim; ben, bir şövalye bile değildim ki...

Aklımı bulmuştum ya, sesime ses veren kimsem yoktu. Devasa değirmenlere ve uçsuz bucaksız ormana baktım ve ağlamaya başladım. Ağlıyordum, gözyaşlarım denize ulaşır belki diye. Dereler gibi denizlere akacağım zaman yanımda olmasını beklediğim ses yoktu. Koskoca bir göl oldu gözyaşlarım, az kalsın boğuluyordum. Ağlamayı kestim, anlamıştım, biri hikâyemi Alice'inkiyle karıştırmış olmalıydı. 

Yüzerek karaya ulaştığımda, karşımda elinde elma, yaşlı bir kadın duruyordu. Gözlerime inanamıyordum, nasıl bir hikâyeydi bu? Ben kesin bir hikâyede tutarlı bir karakter olmayı bile becerememiştim. Zamansa hâlâ ellerimden yere düşmekteydi. Bir an durdum ve yazara sövdüm. Yaşlı cadıyı unutmuştum ki suratımda patlayan tokat hatırlattı. Prensin gelip beni uyandıracağından emin olsam elmayı yemeye de razıydım ya, hikâyemin "Uyuyan Güzel"e dönüşmeyeceğini nereden bilebilirdim? Ya yazar, Godot'yu beklememi isterse (?!!) diye düşündüğüm an, yazarın elmayı yiyip yemeyeceğimi de yazmış olabileceği geldi aklıma. Kahretsin! Aklıma gelenler de yazarın aklına gelenler olabilir miydi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder