14 Şubat 2012 Salı

Bir Garip Yazı

BİRDENBİRE
Her şey birdenbire oldu.
Birdenbire vurdu gün ışığı yere;
Gökyüzü birdenbire oldu;
Mavi birdenbire.
Her şey birdenbire oldu;
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
Yemiş birdenbire oldu.

Birdenbire,
Birdenbire;
Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu,
Sevinç birdenbire.
Orhan Veli

11 Şubat 2012 Cumartesi

Bir kitap insanda ne kadar derin izler bırakır? Ona dokunduğunda tenine işler mi? Bir kitabın kokusu tanıdık gelir mi? Onu okuduğunda gözlerin dolar mı? Bir kitap insanda iz bırakır mı?

Kadıköy’de bir sahafta gördüm onu. Daha önceden bildiğim beyaz kapağı ve iri gövdesi değişmiş, mavi bir kapakla küçük bir not defteri boyutuna inmişti. Yine de görür görmez tanıdık birbirimizi. İsmi “Sakın Şaşırma” idi. Onu dinlemedim, yeniyetme çağımda okuduğum bir kitabı, aynı çağı geçirdiğim bu semtte bulduğum için şaşırdım. Eski bir arkadaşa sarılır gibi kapağını açıp kokladım, hasret giderir gibi...

Benim için şarkılarla tanıştığım bir yazarın müzik eşliğinde ezberlediğim şiirleri, bir dizi filmden arakladığım sahne, abimden aşırıp uzaklara giden bir arkadaşıma verdiğim kitaptı. O gün bugündür abimle aramızdaki tek sırdı ve bir daha evimize girmeyendi. Arkadaşıma verirken içine koyduğum kağıttan gemiyi “Bakakalırım giden geminin ardından / Atamam kendimi denize / Serde erkeklik var, ağlıyamam.” şiirine denk getirdiğimdi. Gün gelip uzaklara gittiğimde ne zaman İstanbul’u düşünsem aklıma gelendi. Denizsiz bir şehre yerleştiğimde maviye özlemimi dile getirendi. Sonraları hep kağıttan gemiler yapıp derin sularda kayboluşlarını izlememe sebep olandı. Yazarı genç yaşta beyin kanamasından ölen, bu nedenle bana gencecik babamı hatırlatandı.

Kadıköy’de bir sahafta gördüm onu, açıp kokladım, hasret giderdim. Ona dokunduğumda tenime işledi. Kokusu tanıdık geldi. Onu okuduğumda gözlerim doldu. “Her şey birdenbire oldu.” Orhan Veli, bıraktığı izlerin üzerinden ince uçlu bir kalemle tekrar geçti. Babam, onun hakkında yazı yazmayı ertelediğim için bana bir kez daha sitem etti. Gözyaşı “birdenbire oldu.”

7 Şubat 2012 Salı

Rüyalarda Karışırız


İnsanı yalnızca bir kaynaktan ibaret sanan o malum bölümün çalışanlarından birinin karşısında oturmuş, onu ciddiye almak zorunda kaldığım için nasıl da içten pazarlıklı bir kaynak olduğumu düşünüyorum. “Kendinizi beş kelimeyle tanımlayın.” diyor iyi bir kaynağı, yüksekten baktığından olsa gerek, şıp diye tanıyan kişi. “Ben imkânsız aşklar için yaratılmışım.” diyesim geliyor, hem beş kelime hem de yalan sayılmaz. Tabii oyunbozanlık etmemek için onun beklediği cevabı veriyorum. “Azimli, başarılı, disiplinli” gibi kelimelerle zırvalıyorum. Oysa beni tek kelimeyle özetleyebilen pek çok insan var. Beş kelimeye izin verdiği için ona müteşekkir olmam gerekir. Ah! Nasıl da kendini bilmez bir kaynağım. Neyse, karşımdaki soru sormayı bırakıp işi anlatmaya başladığına göre sanırım bu iş oldu. O, işten bahsederken ben az önceki soruya kendimce başka yanıtlar veriyorum.

Biraz kadın, biraz çocuk, biraz içli, biraz güçlü, biraz romantik, biraz eksik yaşıyorum. Birine huysuz, bir diğerine hanımefendiyim. Sanırım ben, bir başkası için ona gösterdiğim kadarıyla varım. İçimde benden kaç tane var inanın ben de bilmiyorum.

Çoğu kez ehlileştirmek zorunda kaldığım asabi ben, bıraksanız günlerce hiçbir şey yapmayıp sadece kitap okuyabilecek kitap kurdu ben, kendisini işe kaptırıp saatlerce konuşmayan sessiz ben, uzun süre susunca içine kaçan sesini hatırlamak için hiç susmayan geveze ben, söz konusu toplumsal olaylar olduğunda ciddi ben, zaman zaman her konuda geyik muhabbeti yapabilen şebek ben, aşk meşk işlerinde romantik ben, içinden taşan enerjiye engel olamayan çocuk ben, hayal kırıklığına uğradığında güçsüz ben, hayal gücüne kapıldığında güçlü ben, olur olmaz sürpriz yapmayı seven Amelie ben, her yeni gördüğüne şaşırmayı beceren Alice ben, sevmedikleriyle konuşmamayı tercih eden uzak ben, aklından hiç çıkmayan kelimeleri kâğıda dökebildiği zamanlarda yazar ben, kafasında kırk tane tilki dolaştığı için hafızasıyla barışamayan unutkan ben, kendisinden yararlanıldığını hissettiğinde dişlerini gösteren ben, yaralarına dokunulduğunda kırılgan ben, sinüzitten mustarip olduğunda sürekli uyuyan ben, hiçbir yere ayak uyduramadığından sürekli yolculuğa çıkan gezgin ben, her şeye akılcı yaklaşan mantık timsali ben, bütün bu benlikleri aynı bedene sığdırmaya, hepsini uygun yerde kullanmaya çalıştığı için hafiften kafayı kırmış deli ben...

Çevirmen Hanım!” diyor kaynakçıbaşı suratında tuhaf bir sırıtışla. Gerçek dünyaya dönmenin ve son on dakikada söylenenlere dair hiçbir fikrim olmamasının verdiği kaygıyla ağzımdan şu sözler dökülüyor:

İçinizde sizden kaç tane var? İçinizde yaşayanlardan kaç tanesini herkese gösterebilirsiniz? Dışınızda sizi anlayabilecek kaç kişi var? Dışımızda bize benzeyen kaç kişi var? İnsanın kendini beş kelimeye indirgemesini istemeniz onun hiçbir derinliği olmadığını peşinen kabul ettiğiniz anlamına gelmiyor mu?

Buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ederiz, Çevirmen Hanım! Biz sizi arayacağız.” diyor insanı kaynağından tanıyan.

Biraz kadın, biraz çocuk, biraz içli, biraz güçlü, biraz romantik, biraz eksik yaşıyorum. Birine huysuz, bir diğerine hanımefendiyim. Sanırım ben, bir başkası için ona gösterdiğim kadarıyla varım. Neyse ki hangi beni nerede kullanacağımı yalnızca rüyalarımda şaşırıyorum. Tatmin olmuş ilkel benliğimle yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkadığımda bir filozoftan çok bir hanımefendiye benziyorum.

*Sigmund Freud'un yukarıdaki fotoğrafı Max Halberstadt tarafından çekilmiştir.

2 Şubat 2012 Perşembe

Orada Bir Şey Var



1 Şubat 2012 Çarşamba

Karda bir şey var. BMW’yi, Mercedes’i, Range Rover’ı kaplayıp yerine “araba”yı koyan bir şey...

Karda bir şey var. Kaldırımı, duvar taşını, sokağı örtüp yerine “yol”u koyan bir şey...

Karda bir şey var. Varoşu, banliyöyü, lüks semti kapatıp yerine “ev”i koyan bir şey...

Karda bir şey var. Kadını, erkeği kaldırıp yerine cinsiyetsiz “insan”ları koyan bir şey...

Karda bir şey var. Zengini, orta direği, fakiri aynı trafiğe mahkûm edip “eşit”leyen bir şey...

Karda bir şey var. Bütün renkleri “beyaz”da toplayan bir şey...

Karda bir şey var. Yetişkini, ergeni, genci yok edip yerine “çocuk”u koyan bir şey...

Karda bir şey var. Her şeyi unutturup “temel ihtiyaçlar”dan mahrum olmamanın esas olduğunu hatırlatan bir şey...

Biliyorum, bir yerlerde adını koyamadığım bir şey var, günü gelince ortaya çıkacak... Kar gibi bir şey... Hepimizin eşit şartlarda yaşamasını sağlayacak, hepimizi beyaza boyayacak, çocuklaştıracak, kar gibi; ama soğuk olmayan bir şey...

*Yukarıdaki fotoğraf Uğurhan Betin tarafından çekilmiştir.