10 Haziran 2011 Cuma

Kadın olmak

Sessiz kalabilmekten geçer bir kadın olmak. Düşüncelerini duygularını belli etmemek, yerinde ve zamanında konuşmak, kıkırdamaktan özellikle kaçınmak ve yüzünden etrafına ışık saçan o mağrur ve mahcup tebessümü eksik etmemek. Yoksa hafif kadın olursun. Bir bahar akşamında eteklerini meltemle dalgalandırıp yürüyorsan "fahriye abla"sındır sen. Yollusundur bir bakıma. Herkeslerin arzuladığı, arzuladıkları oranda da korktukları bir kadın. Hafazanallah evde durmaz, bağlanmaz cinsten. Ama bir içim su. Aile kurumunun kutsallığını temsil edebilecek bir kadın değilsindir. Olsan olsan, yuvayı bozan kuş olursun.

Akla kara arasında seçim yapmaktır; arası yoktur kadın olmanın. Hep seçim yapmaktır, hep birini tercih etmektir; yapacağın tercihler belirler senin nasıl bir kadın olduğunu. Bu yüzden kadın olmak hep arada kalmaktır.

Mesela, isteklerinden vazgeçmek demektir kadın olmak. Okul yılların boyunca kurduğun o büyük hayallerin, günü geldiğinde geçici olduğunu kavradığın; ortada feda edilecek bir yaşam varsa bunun senin olması gerekliliğini nedense hiç itiraz etmeden kabul ettiğin gün kadın olmuşsun demektir. Babanın kanatlarının altından kocanın kanatlarının altına sığındığını fark etmişsindir. Gün gelir, kendini yitirmiş, onca kanadın altında kolu kanadı kırık bir kuş gibi kalmışsındır.

Sahip olduğun güzel vücudu saklamak ile sergilemek arasındaki o ince çizgide ortaya çıkar kadınlığının nasıllığı. Saklamak istersin modernliğe sığmaz, sergilemek istersin racona uymaz. "O açılacak, sen kapayacaksın" ikiyüzlülüğünde cilve yapmayı; "göster ama elletme" çelişkisinde arzularını bastırmayı; "evlenmeden olmaz" saçmalığında ya sevgilinden ya da bekâretinden vazgeçmeyi öğrenirsin. Yine seçim yaparsın yani. Daha sen kendi bedenine dokunamamışken, tanımadığın insanlar fütursuzca dalıverirler ormanına ve mutlaka sen bir şeyler yapmışsındır. Hareketsiz bir biblonun davetkâr bir duruşudur kadın olmak.

Eşit haklar için mücadele ederken de seçim yapmak zorunda kalırsın. Erkek diliyle mücadele edersin mesela. Saçların kısalır, kadın olduğunu anımsatmak pahasına kan kızıla boyanır. Elbiseler, askılılar dişiliğin temsilcileridir, dikkatleri başka yöne çeker; bu yüzden fularlar takılır, küpeler büyür ya da uzar. Uzun etekler kalkan olur kem gözlere, çapkın bakışlara. "Kadın başı" ile çıkılır yola ya, aslında erkeksi ağızlar sırtlanır mücadeleyi.

Kadın olmak otuzuna kadar evlenmemişsen, bunun kendi tercihin, hatta bunun bir tercih olduğunu insanlara anlatmak zorunda olmak, ama ağzınla kuş tutsan da gözlerdeki "aslında istiyor” ya da “istersin istersin sen de istersin, istemeden olur mu canım" bakışlarını silememektir. Evlenmemiş olmanın, eksik insan muamelesine maruz kalmakla eşdeğer olduğu bir ortamda büyümektir.

Kadın olmak karmaşa demektir; nerede duracağını bilmen gereken bir dünyada nerede duracağını bilememektir. Çok gülersen duyacağın pişmanlığı, çok susarsan kibirli olmakla takas edebilmeyi bilmek demektir. Hemcinslerinin birbirlerine yaptıkları kötülükleri her gün televizyonlardan izlemek, izleyip de kadın olmaya yüklenen atıflara için yana yana hak vermek demektir. Bir hemcinsine yardım eli uzatan kadının, nasıl da içten içe haline şükrederek karşısındaki kadına acıdığını görmek ve bunu içine sindirmek demektir. Güçlü kadının hem işini, hem evini, hem anneliği, hem eş olmayı bir arada yürütebilmek demek olduğu, kocasına hayır diyebilmenin ve istediği zaman kuaföre gidip saçlarını boyatmanın özgürlük olduğu, başına hiç gelmediyse “asla” ile başlayan cümlelerle yükseklerden atıp, başına geldiğinde de “önemli olan ruhen aldatmamak” deyip susmanın, evliliği kurtaran kutsal bir görev sayıldığı bir ortamda yaşamaya çalışmak demektir. Her şeyin en iyisini annelerin bildiği, gömlek yakalarının veya kollarının beyazlığı ile mutlu olan kadınların olduğu reklamlara maruz kalmak; insan olana, ahlaklı olana yapılan ayrımcılık yetmiyormuş gibi bir de kadın olmanın getirdiği ayrımcılığa feminist olmadığını anlatmaya çalışarak göğüs germek demektir. Kocadan dayak yemenin aile içi mesele olduğu, namusun iki bacak arasında sıkışıp kaldığı güvensiz bir dünyada, başına gelebileceklerden korkup içten içe bir kız çocuğu doğurmamayı dilemek demektir. Bir gün, sırf bundan sonra onsuz yaşayabilme hakkını ve gücünü yüzüne söyleyebildiği için egosu incinen kocası tarafından sokak ortasında vurulan bir kadının, gazetelerin üçüncü sayfasında çıkan fotoğrafına bakmak; durup sadece bakmak demektir.

Zaten bir kadın nereye kadar ilerleyebilir, uzayabilir? Okul okumuşsa, tatili bol mesaisi az bir işi varsa, vakti zamanında helal süt emmiş bir kocaya varmışsa, hele bir de nur topu gibi bir evlat getirmişse dünyaya, bir kadın daha ne isteyebilir ki?

1 yorum:

  1. Şöyle demiş Aslı Erdoğan bir öyküsünde: "Kadın olmak demek, herkesçe onaylanan bir kılığa girmek demekti. "Lütfen birisi beni görsün," diye haykırmaktı her an, "görsün ve belleğinde sonsuza dek saklamak isteyeceği bir imgeye dönüştürsün. Benim kendimi bir türlü göremediğim gibi."

    YanıtlaSil