8 Ağustos 2009 Cumartesi

yola dair



12 Nisan 2008 Cumartesi

Yine yol... Yine yolculuk. Çok iyi bildiğim, ama aslında hiç bilmediğim bir ülkede, çok iyi bildiğim; ama mükemmel konuşamadığım bir dilde, hiç bilmediğim insanlarla ve çok iyi bildiklerimle birlikte gidiyorum. Yoksa geliyorum mu demeliydim? En azından yaklaşıyorum.

Buraya ait olmadığım kesin. Bunu kocaman kapkara gözlerime, uzun siyah saçlarıma ve bembeyaz tenime bakan herkes anlayabilir. Görünüşüm değilse bile ağzımdan dökülen kelimeler beni eninde sonunda ele veriyor. DISCOURSE!


Kim demişse "the country where the sun never sets", halt etmiş. Batıyor, hem de öyle bir batıyor ki bir daha yüzünü görene aşk olsun!


Neden her seferinde buraya geliyorum ve her gelişimde aidiyet hissi yakamı bırakmıyor diye düşünüyorum hep. Yirmi yedi yaşıma geldim, hâlâ bir çok soruya cevap bulabilmiş değilim. Bunun cevabını bulmak için de pek uğraştığım söylenemez. Londra'yı seviyorum, çünkü orada kimse "aidiyet"in ne olduğunu bilmiyor. Bilenler de bütün dünyanın kendilerine ait olduğunu sanıyor. Gülüp geçiyorum çoğu zaman. Oysa kimselerin vakti yok...

Bütün bu kalabalık, bütün bu sözcükler, bütün bu insanlar... Karışık, kafam çok karışık. İsmim hep benimle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder