8 Ağustos 2009 Cumartesi

eskiye dair



Yeni mekânımıza eski bir yazı:

20 Şubat 2009 Cuma

Eskiden daha mı masumduk? Masumiyetin zamanla bilgiye mi tecrübeye mi yenik düştüğünü merak ediyorum. Sanırım tecrübeyle öğreniyor insan kuşku duymayı, her olayın ardında bit yeniği aramayı, insanların ikinci yüzlerini görebilmek için onlara temkinli yaklaşmayı, bazı şeyleri hep kendine saklamayı, yaşamına müdahale edilmemesi adına kendine duvarlar örmeyi… Bilgi ise bütün bunları üslubuyla yapmayı öğretiyor bize.

“Ben masumum,” diyebilmeyi isterdim; ama “masumiyet” büyüklerin dünyasında “saflık” olarak adlandırılınca işler karışıyor. Masum olduğunuzu göstermek pek de sizin sandığınız kadar iyi bir özellik olmayabiliyor. Oysa ben, hâlâ eski zamanlara öykünüyorum, boyumun Küçük Prens’le aynı olduğu, küçük gezegenimde yaşadığım anlara… Öyle ki bütün bildiklerimi ve tecrübe ettiklerimi o günlere dönebilmek için unutmaya hazırım.

Çok iyi konuştuğum İngilizce’yi unutup yabancı şarkıları sesleri taklit ederek söylemeyi isterdim. Elimi kolumu tutamadığım, içimin içime sığmadığı anlarda insanların bana uzaydan gelmişim gibi bakmamasını, kitaplardan bahsedildiğinde gözlerimin ışıldamasını, müziğin hayatımın bir parçası olmasını, yazının benim için vazgeçilmez olmasını, yaşanmışlıklarımı anlatabilmeyi, konuşurken yargılanmamayı isterdim. Ansızın içimden ağlamanın geldiği anları azaltabilmeyi, sağ elimin orta parmağında çıkan nasıra inat bilgisayar yerine kalem kullanmayı, babamın işten gelişini dört gözle beklemeyi isterdim.

Sanırım bir parçam büyük bir özenle kesip yapıştırdığım karton evlerin bir köşesinde, yeşil gazoz şişelerinde, sırça misketlerde, siyah-beyaz televizyonlarda, salıncaklarda, sokaklarda oynanan oyunlarda, ağaçlardan toplanan meyvelerde takılıp kaldı; geriye kalan parçalarım da onlara özlem duymaktan hiç vazgeçmiyor. Yaşamım, adımın hakkını veriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder