10 Kasım 2011 Perşembe

AH ŞU BENİM ZEYTİN YİYEMEYİŞLERİM


Küçüklüğümden beri zeytin yiyemem. Küçüklüğüm diyorum, sıvı gıdalardan katı gıdalara geçiş tarihime kadar gidebilir bu. Artık kabuğuna mı alerjim var, rengine mi ya da o zamanlar henüz minnacık olan beynim bana zeytin travması yaşatacak psikolojik bir durum mu oluşturdu bilemiyorum. Bildiğim, yeşilini de siyahını da gördüğümde, dokunduğumda veya ezkaza ağzıma attığımda mide özsuyumun hareketlenmeye başladığı.. Maşallah boğazım iyidir, o kadar şey yiyorum, zeytin eksik kalabilir. Benim için bir sakıncası yok. Ama öyle olmuyor. Bu hayat bana zeytin yiyememe aşağılık kompleksini de yaşatmayı başarıyor.

Bir kere zeytin sofraların baş tacı. Ekmekten sonra o geliyor, bir nevi vezir. Fakirin vazgeçilmezi. Bir sağlık abidesi. Her şekle girebildiği gibi her şekli de makbul. Yağı mesela, yüzyıllardır her derde deva olarak kullanılır (ki benim zeytinyağı ile bir problemim yok). Gel gör ki, Allah da beni kahretsin kib, ben bu değerli ürünü yiyemiyorum.

Hep suçluluk duydum. Defalarca gizli gizli zeytin yemeye çalıştım. Bir elimde o tadı gidermeye yarayacak başka bir yiyecek, diğer elimde gulyabani gibi yüzüme sırıtan zeytin. Her defasında fiyasko ile sonuçlandı. Ailemde olsun, çeşitli sosyal ortamlarda olsun bu eksikliğim ortaya çıktığında aynı şeylere maruz kaldım: “Aaaaa, zeytin yenmez mi?” “Aaaa, nasıl yani, zeytin bu beee!!” “Aaaaa, sen de kahvaltı ettiğini mi sanıyorsun, zeytinsiz olur muuuu!!!” Oturduğum sofralarda zeytin yemediğimi öğrenip bunu üzerine alınan ve hemen karşı saldırıya geçen tipler oldu: “Nasıl yiyemezsin, denedin mi hiç?” (Yok canım, denemedim, geri zekâlıyım ya, denemeden yiyemiyorum diyorum). “Siyahını yiyemiyorsundur sen, yeşilini yesen böyle demezsin” (Kardeşim benim çocukluğum yeşil zeytinleri salamura yapmak için tokmaklamakla geçti; yeşili de siyahı da aynı şeyi yapıyor bana bunun!) “Sen güzelini yememişsin, bak bunu bir dene, bugüne kadar yemedim diye kafanı duvarlara vuracaksın.” (Asıl bu işkence bitmezse gidip kendimi aşağı atacağım!) İşi daha da ileri götürüp ailemi suçlayan bile oldu: “Annen seni alıştırmamış, küçükken yedirecekmiş, böyle böreğin içinde bir yedin mi tamamdır” Aaah zavallı annem; benim yaşadığım psikolojik şiddeti o da hissedip bana sarelle kıvamında az mı zeytin ezmesi yedirmeye çalıştın! Olmadı işte.. Başka yerlerde yapılan kahvaltılar kâbusum oldu. Sofralarda gitgide silikleştim. Beni olduğum gibi kabul etme kriterlerinin ilkine zeytin yiyemeyişimi kabul etmeyi getirdim. Arkadaşlarımı buna göre ayırdım. Bugüne kadar bir kişi çıkmadı ki zeytin yiyemesin de şöyle güçlerimizi birleştirelim. Manyak ettiniz lan beni!!

Bu mendeburu, bu çocukluğumun güzel kahvaltı saatlerini bana zehir eden cenabeti yiyemememe rağmen bugüne kadar kendisi hakkında tek kötü söz söylemiş değilim. Önünde hep saygıyla eğildim. Ama o her seferinde bana çirkin yüzünü gösterdi. Aslında gördüğüm şeyin zeytinin değil, insanların onun aracılığıyla gösterdiği yüzleri olduğunu büyüdüğümde anladım..

Yavaş yavaş bu durumumla barışmaya başladım. Benim gibi genelde yapılan şeyleri bir sebepten yapamayan insanların da aynı şeye maruz kaldığını fark ettim. Mesela peynir yiyemeyen biriyle tanıştım ki onun durumu benden de vahimdi. Gelen tepkilerle mücadele etmeyip akışına bırakmayı öğrendim. Gayet sakinim artık, gülüp geçiyorum. Zaten dikkat ettim, otuzumu geçtiğimden midir nedir, zeytin avcıları da “bundan artık bu saatten sonra bir şey çıkmaz” deyip başka kurbanlara yöneliyorlar.

Çok çektim şu zeytin yiyemeyişimden çok. Benim bir de alkol almadığımdan ötürü gördüğüm psikolojik şiddet vardır ki o başka bir yazının konusu….

1 yorum:

  1. Benzer bir durumu koyun eti yemediğim için yaşıyorum biliyorsun. Ne diyelim efendim! Senin için "Dünyanın bütün zeytin yiyemeyenleri, birleşin!", benim için de "Dünyanın bütün koyun eti sevmeyenleri, birleşin!" diyelim:-)

    YanıtlaSil