21 Eylül 2011 Çarşamba

Bizim Karışık Kafamız





  

15 Eylül 2011 Perşembe – 21 Eylül 2011 Çarşamba

“Bir şey gerçekte ne zaman başlar bilinmez.”
Murat Menteş, Dublörün Dilemması

“Bazen edebiyat hayattan daha açıklayıcıdır.”
Barış Bıçakçı, Bizim Büyük Çaresizliğimiz


Bir süredir düşünüyordum: Bir aşk ne zaman başlar? Biz kendimizi ona açtığımızda mı yoksa o bizi bulmak istediğinde mi gelir aşk? Aşk bizim için küçük mucizeler mi yaratır yoksa biz yarattığımız küçük mucizeleri aşka mı benzetiriz?

Sonra kendimi durduramayıp soru listesini uzatıyordum: Bir aşk ne zaman kendine sınırlar çizer? Sen o sınırları geçmeyi mi, bir adım gerisinde durmayı mı tercih edersin? Diyelim şimdi, tam da şu dakikada, birine kaptırdın yüreğini; ama bir sevgilisi var. Bu sana engel olur mu? Diyelim ki sevmediğin bir eşin var, kalbinin bir başkası için çarpması seni rahatsız eder mi? Bir aşkın sınırları nereye kadar uzanır?

Düşünmeye devam ettikçe sorularım evriliyor, bambaşka bir yöne gidiyordu: Diyelim ki sen aşka çizdiğin sınırın gerisinde durmayı tercih ettin. Bunu vicdanın yüzünden mi yapardın yoksa toplumsal yargılar yüzünden mi? Diyelim ki sınırı geçtin, tanımadığın sevgili veya sevmediğin eş için vicdanın sızlar mıydı?

Bu sorular kafamın içinde dönüp dururken karşılaştım Barış Bıçakçı’yla. Aklımdan geçenleri bilirmiş gibi “İnsan severken basit sınıflandırmaların sınırlarını değil kendi sınırlarını görür, kendi sınırlarında dolaşır, kendi sınırlarına değer. Benim bildiğim tek sınır bu.” diyordu. Oldum olası düşündüklerime müneccim gibi karşılık verilmesinden hoşlanmam, hatta biraz ürkerim; ama tesadüfleri severim. Barış Bıçakçı’nın cümlelerini de müneccimlikten çok tesadüfe yakıştırdım. Kim bilir, belki de Bizim Büyük Çaresizliğimiz tesadüfle gelsin, büyüye bulansın istedim.

Kitabın kapağını açar açmaz beni karşılayan, benimle kitabın kahramanlarından biriymişim gibi konuşan sese verdim kendimi, onu kendime dost bildim. Su gibi akan bu yalın ses susmasın diye kitabın kapağını kapatmak istemedim; işe gitmek, uyumak istemedim. Kendimi ona teslim etmek, anlattığı hikâyenin kahramanı olarak kalmak istedim. Hiç sevmediğim Ankara’nın sokaklarında kayboldum. Nihal’e âşık oldum, ona sinirlendim, hayatımdan çıkmasını diledim. Ona dokunmak, korumak için deli oldum; ama haddimi bildim. Çetin oldum, yazarla birlikte yemek yapıp sofra kurdum. Çetin kadar sığ olmadığımı kanıtlamak için Ender’in kitaplardan ve çeviriden bahsettiği anlarda onunla gönül bağı kurdum. Onların küçük dünyalarına, yaşamadıkları aşklarına ortak oldum. İmkânsız bir aşka umutla baktım yersiz de olsa. Sesin beni sonunda getirdiği yerde kendimi tutamadım, kitaptan taştım. Yine sorular sordum, hep sorular sordum.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz bende bir hâl bıraktı. Kitabın konusunu anlatarak, eleştiri sanatından yararlanarak, yazarın tarzını ona veya buna benzeterek ifade edemeyeceğim bir hâl…

Yüzümde iyi bir kitap okumanın yarattığı gülümseme, içimde üç kişinin tek taraflı aşklarına bakmanın verdiği burukluk... Listeme yeni sorular ekleyip bir kez daha düşündüm: Bir aşk ne zaman başlar? Bir roman ne zaman biter?

2 yorum:

  1. bu yazı hiç aklımda olmayan bir yazarın kitabını almama neden oldu :)

    YanıtlaSil
  2. Benim de hiç aklımda olmadığı halde şimdilerde hiç aklımdan çıkmayan bir yazar... Kitabı okuduktan sonra yorumlarını bekliyoruz:-)

    YanıtlaSil