16 Ekim 2011 Pazar

“Hector anan, gangster baban!”



9 Ekim 2011 Pazar - 15 Ekim 2011 Cumartesi

Her birimizin, çoğu zaman içinde bulunduğumuz ortamla paralel gitmeyen, kişisel bir tarihi var. Bu yüzden, benim için muhteşem bir yıl olan 2011, senin için hayatının en berbat yılı olabilir. Ben Bob Marley’i tanımadığın için sana uzaydan gelmişsin gibi davranırken sen, Blonde Redhead’i sevmediğim için müzikten anlamadığımı düşünebilirsin. Ben, Roald Doahl’dan bihaber olduğun için hayal gücünün zayıf kaldığını iddia ederken sen, bana Alper Canıgüz’ü yeni keşfettiğim için zavallı gözüyle bakabilirsin. Haksız da sayılmazsın; fakat dedim ya, hepimizin kişisel bir tarihi var, bu da benimki:

Ece Temelkuran’ın Murat Menteş’e işaret etmesi,  Murat Menteş’in Afilifilintalar’a daha yakından bakmama neden olması, ardından yolun beni Alper Canıgüz’e götürmesi bir rüyalık zamanımı alıyor. Her ne kadar romanlarıyla kendine muazzam bir okur kitlesi yaratmış olsa da Alper Canıgüz benim hayatıma adını duyduğum anda giriyor. Ne de olsa “ad vermek” var etmenin ilk şartı.

Alper Canıgüz, adıyla var olduktan kısa bir süre sonra, Tatlı Rüyalar ilk cümlesiyle hem aklımdan çıkaramadığım hem de elimden bırakamadığım bir kitap haline geliyor. Başlangıç cümlesiyle aklımı alan, elime yapışan kitabın birinci bölümü bittiğinde yüzüme yerleşen gülümseme, sonraki bölümlerde beni karşılayan yeni karakterler ve hikâyelerle artarak kahkahaya dönüşüyor. Absürd, ama bir o kadar da gerçeğe yakın bir kurguyla karşı karşıya kalıyorum. Alper Canıgüz günlük hayattan aldığı karakterleri ve çok iyi bildiğimiz İstanbul’u fantastik bir olayın içine ustalıkla yerleştiriyor. Tam da H.G. Wells’in dediği gibi: “Sihirbazlık numarasını bitirdikten sonra, fantezi yazarının bütün işi, geri kalan her şeyi insani ve gerçek tutmaktır.”

Yazar, bu yolla okuyucunun kendini özdeşleştirebileceği karakterlerle “Bu benim başıma gelseydi ne yapardım?” diyeceği olayları birleştiriyor. Söz konusu olaylar son derece absürd olduğundan okurun gönül rahatlığıyla “Gerçek hayatta böyle şeyler olmaz ki!” diye düşünerek rahatlamasına olanak tanıyor. Bunu yaparken psikanalize, eğitim sistemine, birtakım dini ve siyasi gruplara, aylaklık ve çalışmaya ciddi (!) göndermeler yapıyor. “Uydurukçu” kitap kahramanlarının anlattıklarıyla hikâye içinde hikâye yazıyor. Karakterlerine rüya içinde rüya gördürerek okuru gerçeklik duygusundan uzaklaştırıyor. Okur hangi karakterin asıl dünyada yaşadığını, hatta asıl dünyanın neresi olduğunu anlayamaz hale geliyor.

Alper Canıgüz Tatlı Rüyalar’ıyla komik mi komik bir Inception öyküsü anlatıyor, üstelik filmden tam on sene önce. “Birini tanımanın en iyi yolu onunla oyun oynamaktır.” diyerek okurla oyun oynuyor, onu yeni oyunlara davet ediyor.

Kitabı okuduktan sonra, gördüğüm rüyanın etkisiyle gülerek uyanıyorum. Freud'a inat, kişisel tarihime yeni bir not düşüyorum: Bu kitabı bilen, bilmeyene anlatsın. Tatlı rüyalar görmek herkesin hakkı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder