21 Ekim 2011 Cuma

Ayısız köprü var mıdır????

Uzun zamandır bir kalemim yok. Bu yüzden de uzun zamandır şöyle hatırlı bir yazı yazamıyorum. Ben öyle her kalemle yazmam. Bir kere ucu ince ve uzun olacak ama sanki yuvarlak ve kalın uçluymuş gibi yazacak; kâğıdı çizmeyecek yani. Kendisi de uzun olacak ki yazdıkça tepesinin hareketlerini izleyebileyim göz ucuyla. Mürekkebi akacak, adeta kelimeleri kendisi üretip yazacak. Markası murkası önemli değil. Bazen küçük ve tozlu bir kırtasiye dükkânında kasanın yanına dizilen kalemlerden biri olabilir. Ama en çok da oradan buradan izinli izinsiz toplanan kalemlerden biri olabilir. Bir arkadaşın kıymetini bilmeyip masasında mürekkebini kuruttuğu kalemi; yabancı birinden imza atmak için alıp da geri vermediğiniz şişman dolma kalem ya da adını hiç duymadığınız bir şirketin eşantiyon kalemi..

Şimdi yazı yazdığım kaleme verdiğim önemle büyük bir yazar küstahlığına girdiğimi sanmayın. Zaten zor çıkıyor kelimeler; bari kalem yardımcı olsun diye.

Neden zor çıkıyor bu kelimeler? Uzun zamandır içimdekilerle dışımdakiler bir uyum sorunu yaşıyor da ondan. Tepkilerimi ve düşüncelerimi hep atlatmam gereken bir aşamadan sonraya bırakıyorum da ondan. Sanki koca bir sahnede yanlış bir repliği tekrarlar gibiyim de ondan: "Köprüyü geçene kadar, sonra hiiiç görmeyeceksin." Sonrası güzel, peki ya şimdi? Ben düşündüklerimi söylemeyip de bir şeyleri görev icabı yaparken, sevmediğimin yüzüne tepkisiz bakıp onun yanında dururken, zorlama bir samimiyetle hareket edip üstelik karşımdaki de bunu içten içe bilir ve ses çıkarmazken, benim kendime olan saygım da sonraya kalacak mı? Bu içten pazarlıklı ve sessizce imzalanan anlaşmayı taraflardan biri bir gün dayanamayıp bozarsa verdiğim onca selamı geri alabilecek miyim?

Bazen yanı başınızda olmasını hiç istemediğiniz insanlar bitiverir karşınızda. Ailede vardır böyle üyeler, belki eşinizin bir akrabası.. İşyerinde beraber çalışmak zorunda kaldığınız biridir, mecbur katlanırsınız. Koşullar sizi belli sınırlar çerçevesinde o insanlarla anlaşmaya hatta bazen de uyuşmaya zorlar. O sınırlar aşılmadığı sürece de problem yoktur. Peki ya o hiç istemediğiniz insan sizden daha üst konumda olan ve bu konumunu sonuna kadar adice kullanan biriyse?? İşte o zaman şartlar değişir. Çünkü adına ilişki bile denemeyecek bu sahte düzende alttan alan hep siz olmak zorunda kalırsınız. Hele ki kaybedecek bir şeyiniz varsa ve o şey bu malum kişinin kontrolündeyse. Aklınıza sadece patronlar gelmesin; bankaya para çekmeye gittiğinizde karşınıza çıkan ve sizi o bed suratına mahkûm eden bir memur da olabilir bu, sigorta şirketinizin uyanık elemanı da. Çok sevdiğiniz bir eşyanızın tamircisi de olabilir, doktora sürecinizi cehenneme çeviren akademisyen kılıklı bir danışman da..

Şimdi diyebilirsiniz “canım onlar kendilerini ayı yerine koymaya çekinmiyor madem, ben niye dayı demeyeyim ki işim görülsün?” Benim derdim onlar değil, onlar ister ayı ister dayı olsunlar, kendileri bilir. Ben ben olarak kaldığım sürece bir problem yok. Benim problemim hayatımı bir başlangıçlar ve sonlar dizini olarak görmemem ile ilgili. Hayat benim yanı başımda akıp giden bir şey de değil. Zaten kendiminkine baktığımda, hep atlatılması gereken safhalar uğruna kaybedilmiş zamanlar gördüğüm sürece, hayatın aslında ne olduğunun ne önemi var?

Kendime bir müddet daha kalem almayacağım. Elimdeki kalemlerle idare ederim. Ne zaman ki içimdeki bu yabancı kelimeler biter, o zaman bir dosttan şöyle afili bir kalem çarparım. İlk yazımın da başlığı hazır: sürç-i lisan ettiysem affola….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder