30 Ocak 2013 Çarşamba

Bazı Ölümler Daha Erken Ölümdür



Bazı insanların ölümlerinin yaklaştığını bilirsiniz. Her an onlarla ilgili bir haber alabileceğiniz için öldüklerini duyduğunuzda şaşırmazsınız; üzülürsünüz, ama şaşırmazsınız. Bazı insanlar ise hayatlarında olduğu gibi ölümlerinde de tercihlerini sürprizden yana kullanırlar. Bu insanlar öldüğünde öyle çok şaşırırsınız ki üzülmeye vakit bulamazsınız. Hem zaten inanamadığınız bir habere üzülmek sandığınız kadar kolay değildir.

Üniversitenin son senesiydi. Vizelerime hazırlanıyordum. Ev arkadaşımla gereğinden fazla uzayan bir kahvaltıyı bitirmemek üzere sözleşmişiz gibi birbirimize babalarımızdan bahsediyorduk. Birden babamı özlediğimi fark edip onu aradım. Telefonu kapalıydı. İki dakika sonra telefonum çaldı. “Babam arıyordur.” dedim; ama arayan abimdi. Vizelere ne zaman gireceğimi sordu, saçma sapan birkaç cümle daha kurduktan sonra telefonu kapattı. Hâl böyle olunca babaanneme bir şey olduğunu, bana söylemek istemediğini düşündüm. Telefon tekrar çaldı. Yine abim arıyordu. Aslında bunu yapmak istemediğini, ama bu yükümlülüğü alamayacağını söyledi, hiçbir şey anlamıyordum. Kulağıma iki kelime çalındı: “beyin kanaması”. “Kim?” dedim; “babam” dedi, “yoğun bakım” dedi, “gel” dedi. Sanki biri bana “Çay koy da içelim.” demiş gibi kahvaltı sofrasını topladım, akşam otobüsünde yer ayırttım, teslim etmem gereken ödevi hazırlayıp ev arkadaşıma bıraktım. Sabah İstanbul’daydım. Komadaki babamın ellerini tuttum, elleri hâlâ sıcaktı.

On gün sonra musalla taşında cansız yatarken babamın soğuk ellerine aptalca bir umutla tekrar dokunacaktım. Çünkü görmeden, hissetmeden inanmayacaktım babamın öldüğüne. Sonra üniversiteye geri dönüp mezun olacaktım. Şimdi hatırlayamadığım bir sebepten, kendimi bulmak veya kendimden kaçmak için, Londra’ya gidecektim. Ben yokken ailemdeki herkes psikologlarla yakın arkadaş olacaktı. Aradan uzun zaman geçecek, babamı her düşündüğümde cenazede elimi sıkan yüzlerce insanı hatırlayacaktım. Bir gün küçücük bir derdime ağlar gibi ağlamaya başlayıp gözyaşlarımı saatlerce durduramayacaktım. Yanıbaşımdaki arkadaşıma sadece “Babam öldü” diyecektim, “Benim babam öldü.” Kelimelere dökülünce gerçek olacaktı o güne kadar bir kere bile ağzıma almadığım babamın ölümü. Sonraları kelimeler gözyaşlarımın bıraktığı boşlukları kapatsın diye bunu farklı şekillerde tekrar edecektim.

Çocuk yaşta İstanbul’a gelen, çocuk yaşta evlenip çalışmaya başlayan babam öldü diyecektim.

Absürd bir olay yüzünden “sol”un yalnızca bir yön olmadığını işkencede öğrenen, bu yüzden polisten ödü kopan babam artık yaşamıyor diye not düşecektim defterime.

Kendisi de genç yaşta sigara içmeye başladığı halde oğlunu sigara içerken yakaladığında ağır bir küfür sallamayı ihmal etmeyen babamı bir daha göremeyeceğim yazacaktım günlüğüme.

İşten döndüğünde bizim evde olmamızı, sofraya birlikte oturmamızı isteyen, on sekizimden önce beni yalnız başıma Beyoğlu'na göndermeyen babam artık yok diye düşünecektim.

Kitap okumayı bir türlü beceremeyen, ama biz kitap okuyalım diye elinden geleni ardına koymayan, Rus yazarların kitaplarını kimse görmesin diye gazete kağıdıyla kaplatan babam hayata gözlerini yumdu diye konuşacaktım. 

Dürüstlüğü yüzünden enayi yaftası yiyen, çocukluğunu Yeşilçam filmleri izleyerek geçiren, Türk filmlerindeki figüranları bile tanıyan babam vefat etti diye anlatacaktım.

Dünya üzerinde kirli çoraplarını yere atmayan tek erkek olan babam bizi yalnız bıraktı diye sızlanacaktım. 

Dinlediğimiz müziklerden zerre kadar hoşlanmadığı halde konserlere gitmemize karışmayan; seyahatten, denizden, güneşten keyif almayan babamı kara toprağa verdik diye geçirecektim içimden.

Ölümünden kısa bir süre önce İstanbul’a arkadaşımın düğünü için geldiğimde “Paran çok galiba” diyen, ben üniversiteye dönerken “Zaten yakında geri geleceksin, sarılmaya gerek yok.” diyerek beni yanağımdan öpen, ona son bir kez sarılmadığım için bana vicdan azabı çektiren babam çekip gitti diye hayıflanacaktım.

Ellerine sigara kokusu yakışan, bu yüzden başka ellerde bu kokuyu duyduğumda gözlerimin dolmasına sebep olan babam hayata gözlerini yumdu diye başlayan monologlara girişecektim.

Ceplerinden Tadelle ve fındık taşan bir kahraman olan babam artık bu dünyanın yükünü omuzlarında taşımak zorunda değil diyerek hüngür hüngür ağlayacaktım.

Bazı insanların ölümlerinin yaklaştığını bilirsiniz; ama ölümün bir yerlerde babanızı beklediğini aklınızdan bile geçirmezsiniz. Bu gerçekle yüzleşince o kadar çok şaşırırsınız ki hayat akıp giderken siz olduğunuz yere çakılıp kalırsınız. Evet, biliyorum ölenle ölünmez. Tamam, anlıyorum “her ölüm erken ölümdür”; ama siz ne derseniz deyin benim babamın ölümü insanlık tarihinin en erken ölümüdür.

3 yorum:

  1. çok güzel yazmışsın, sabır diliyorum...

    YanıtlaSil
  2. Dünyada iki insanın ölümüne dayanamayacağımı sanırdım. Babam ve Neşet Ertaş usta. ikisini de kaybettim. dayanıyorum. Dayanmak bile bazı zaman haksızlık gibi geliyor.
    Eline sağlık amma; be gardaş gözyaşlarım içeride kaynamaya başladı ...

    YanıtlaSil