13 Mayıs 2012 Pazar

Rastlantı Bu Ya...


" ...Rastlantı bu ya, yedi yıl önce Tereza'nın yaşadığı kentin hastanesinde çetin bir nörolojik vaka görülmüştür. Prag'da Tomas'ın çalıştığı hastanedeki başcerrahı konsültasyona çağırmışlardı ama rastlantı bu ya, Tomas'ın çalıştığı hastanedeki başcerrah siyatik ağrıları çekiyordu. Kıpırdayamadığı için yerine Tomas'ı gönderdi, taşradaki hastaneye. Kasabada birkaç otel vardı ama rastlantı bu ya, Tomas'a Tereza'nın çalıştığı otelde oda ayırdılar. Rastlantı bu ya, treni kalkmadan önce otelin lokantasında oyalanacak kadar boş zaman buldu Tomas. Rastlantı bu ya, o gün servis sırası Tereza'daydı ve gene rastlantı bu ya, Tomas'ın masasına Tereza bakıyordu. Sanki kendisinin pek niyeti yoktu da, Tomas'ı Tereza'ya doğru iten bu altı rastlantısal olay olmuştu. Prag'a Tereza için dönmüştü. Dayanağı böylesine rastlantısal bir aşk iken, kişinin yazgısını böylesine yönlendirebilen bir karar; yedi yıl önce başcerrahın siyatik ağrıları tutmamış olsa bugün varlığından söz edilemeyecek bir aşk."

Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Yola dair yazılar yazdığım olur; ama gittiğim yerler hakkında pek yazı yazmam, yazamam. Çünkü ben ikide bir giderim, yerimde duramam, içimdeki dünyaya sığamam. Kendimi bildim bileli isim ve tarihleri aklımda tutamam. Bunun yerine aklımdakileri yola bırakır, hissettiklerimi anlatırım.
Oysa bu kez durum farklı. İçimde garip bir kıpırtı, susmak bilmeyen biri var. “Prag dışında bir şehir sana Milan Kundera’yı hatırlatıyorsa onun hakkında yazmamak haksızlık olur.” diyor tekrar tekrar. İşte bu yüzden kelimelerimi Antakya’ya vermek niyetindeyim, adımımı attığım anda beni akasya kokularıyla karşılayan şehre…
Antakya her şeyden çok insanlarıyla büyülüyor beni. Ne çok insan tanıyorum, kısa yolculuklarda ne çok insanın hayat hikâyesini dinliyorum, ne çok gülümsüyor, ne çok mutluluktan ağlamaklı oluyorum. Herkesin bu kadar yardımsever olduğu bir yerde dünya bir an için duruyor sanki. Her şey yanlış, her şey saçma, hiçbir şey olması gerektiği gibi değil ve ben herkese aptalca bir güven duyuyorum. Sanki orada başıma hiçbir şey gelmezmiş gibi, sanki para, mal mülk kimsenin umurunda değilmiş gibi, sanki herkesin tek derdi beni mutlu etmekmiş gibi...
Samandağ’da Monet’yi görüyorum. Daracık bir sokakta Orhan Veli’ye rastlıyorum. Korkmadan gülümsüyorum, karşımdakinin benim hakkımda komplolar kurmadığını, hileye başvurmayacağını bilerek içtenlikle konuşuyorum. Yılankavi sokaklarda amaçsızca dolaşıyorum, kaybolduğum her sokağa sevgiyle yaklaşıyorum. Paranoyak kişiliğimi bir süre için rafa kaldırıyorum, karşılıksız vermenin ne demek olduğunu hatırlıyorum. Her köşeden çıkan sürprizlere bakıp şaşırıyorum. Öyle çok şaşırıyorum ki çocukluğuma bir adım daha yaklaşıyorum.
Antakya beni tesadüflere buluyor, rastlantılarıyla aklımı alıp kalbime hızlı bir giriş yapıyor. Bu yüzden aklımdakileri yola bırakıp hissettiklerimi anlatıyorum. Belki sen de gidersin bir gün oralara, belki sokağın bir köşesinden aşk çıkar, belki öyle çok şaşırırsın ki seksek oynayan çocukluğun sana göz kırpar diye gördüklerimi paylaşıyorum.



4 yorum:

  1. Rastlantı bu ya, bu kitapta en dönüp dönüp okumayı sevdiğim satırları buluyorum bir blogda ve rastlantı bu ya, kitabı ödünç verdiğimden bu aralar okumak isteyip okuyamadığım bir kısımdan alıntılanmış oluyor bu yazıda. :)

    YanıtlaSil
  2. Rastlantı bu, dünya onun üzerinde dönüyor:-)

    YanıtlaSil
  3. yol yazıları okumak yazının yoluna göre farklı tatlar verir ya, işte öyle bir şey. bu arada yazı kadar kareleri de konuşmak lazım :))

    YanıtlaSil
  4. Konuşalım tabii. En kısa zamanda...

    YanıtlaSil