11 Şubat 2013 Pazartesi

Suç ve Heba



Fotoğraflarıma bakıyorum, gözlerimdeki ışık biraz azalmış gibi. Fotoğraf makinesinin azizliğidir diyerek aynalara sığınıyorum. Sanki dipsiz bir kuyunun derinliklerine yuvarlanmış ışığım. En azından orada bir yerde diye düşünüyorum, orada olması demek bir gün kendini yeniden gösterebilir demek.

İçimden afili bir küfür savuruyorum ışığımdan bir parça alıp gidenlere. Hak etmeyen insanlara içimden geçenleri gösterdiğim için kendime de kızıyorum. “Her gün” diyorum “biraz daha az güveniyorsan insanlara bu senin de suçun. Biri seni gülümsettiğinde her şeyin kötü bir şaka olabileceğini düşünüyorsan bu biraz da senin suçun. Seni mutlu etmeye çalışanların bambaşka bir yüzleri olabileceği ihtimaline inanıyorsan bu az da olsa senin suçun.”

Ne o? “Saçmalama!” der gibisin. Yok, saçmalamıyorum. İnsanın kendini ele vermesi kolay değil; ama çocukluğumu bir yerlerde bırakmam gerektiğine ikna olabiliyorsam bu düpedüz benim de suçum. Suçluyum, öyleyse kendimi ihbar ediyorum: Gün geçtikçe adımlarımı daha tedirgin atıyorsam bu benim de suçum.

Mantıklı açıklamalar yapmayı bırak da kalk gidelim. Bu suçluluk duygusunu denize verelim, yerine biraz ışık alalım. Aynalara daha rahat bakalım, adımlarımızı daha rahat atalım. Yürü, ellerimizi onları kullanmayı becerebilenlere verelim. Haydi, kalk gidelim!