29 Temmuz 2011 Cuma

TA-KIN-TI

Aklımdan çıkaramıyorum. Bütün düşüncelerimi sardı. Gözlerinde dolar işaretleri beliren çizgi film kahramanları gibiyim. Hiç düşünmüyormuş gibi davranıyorum, hiiç oralı değilmişim gibi. Ama yalan! Her an, her harekette, her cümlede ondan bir parça buluyorum. İşaretler beni işgal etmiş durumda. Sakin görünümlü vahşi bir canavara dönüştüm. Beni bir yere kapatsalar, tüketene kadar yaşasam bu çılgınlığı. Düşünsem düşünsem, düşünmekten midem bulansa. Geçer mi acaba???

Aramızda kalsın; aslında çok pis takıyorum....

27 Temmuz 2011 Çarşamba

sabah mahmurluğu

Hiçbir şey olmamış gibi uyandım. Sanırım uyandığımda gülümsüyordum. Yabancılık çekeceğimi düşünürken tanıdık bir his içimi sardı. Yatakten her zamanki gibi kalktım. Aslında yataktan her zaman nasıl kalktığımı bilmiyorum. Yine de bu eylemi hiç düşünmeden gerçekleştirmiş olmama şaşırmadım. Dün de böyle olmuştu. Hiçbir zaman apartman kapısını hangi anahtarla açacağımı düşünmüyorum, hemen buluveriyorum anahtarı. Bana zeki olduğumu hissettiren bu duyguyu sevmiyorum. Ben de diğer insanlar gibi normal olmak istiyorum.

Koridorda yürüdüm. Sanırım az önce hızla ve düşünmeden kalktığım yatakta biri daha yatıyordu. Bunu da doğal karşıladım. Üzerine düşünmeden yürümeye devam ettim zira hazırlamam gereken bir kahvaltı vardı. Peki nerde yazıyordu bu kurallar? Dün de böyle olmuştu. Odaya girmiş ve gülümseyerek günaydın demiştim. Oysa o anda aklımdan geçen şey hiç de komik değildi.

Şimdi mutfaktayım. Dışarıdan gelen sesler sabahın o kadar da erken bir saati olmadığını söylüyor. Radyoyu açsam mı acaba diyerek günün ilk düşünme eylemini gerçekleştirdim. İçeriden su sesi geliyor. Mutfaktan koridora doğru bakıyorum, heyecanla su sesinin kesilmesini ve koridora çıkmasını bekliyorum. Yapacağı ilk harekete göre ben de günümü düzenleyeceğim. Belki gülümser. Bu heyecan kalbimi yordu, üstelik az önce düşündüm. Hay allah, radyo!!!

26 Temmuz 2011 Salı

Didem Madak'a...

"Hayır, sanırım sabahı bekleyemem
Bilmiyorum.
İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı."

Bir yaz günü müydü? Ya da belki de sabah vakti..Herhalde yine erkenden kalkmış, üzerime yapışan ergen bakışları, yetişkin saydığım abilerim ve ablalarım uyanmadan silmeye çalışıyordum. Belki bir aşk hayal ediyordum, en iyisinin ve en güzelinin burada yaşandığını varsayarak. Genç, akıcı ve güzel bir kadın sesiydi beynimde. İçine çok nadir dalabildiğim şiir sözlerine rahatça çekmişti beni işte. Adı afili değildi, hatta güzel bir soyadı da yoktu. Ama güzel yazıyordu işte. Benim, birçok şeyi yaşadığı anda silen hafızama bile seneler sonra yerleştirmişti dizelerini. Hayranı mıydım, hayır.. Sadece o yaz günü ya da sabah vakti, bana seslendiğini düşündüğüm sesi için teşekkür etmek istedim. Geç de olsa..

15 Temmuz 2011 Cuma

ironik hayaller



Bir zürafa olsam..Ben tepedeki yeşilliklere dalmışken, hayat ayaklarımdan akıp gitse..Daha mı kolay olurdu ne??

8 Temmuz 2011 Cuma

Egemen Kişi Bilir İşi!

Herhangi bir gün bugün. Sıradan bir sabaha uyandım. Her zaman yaptıklarımı yaptım. Akşamdan hazırladığım kıyafetleri giydim. Kendime fazladan özen göstermedim. Evden çıkmadan önce dişlerimdeki demir oranına eser miktarda plastik ekleyerek son hamleyi yaptım. Apartman kapısından hızla çıkarken sendeledim. Biraz geç kaldığım için hafif bir koşu tutturdum. Sokakta egemen erkekler vardı. Hafif koşuma kalçalarımı izleyerek katıldılar. Minibüse giden yolu aynı tempoyla geçerken hiçbir erkek-insanla göz göze gelmedim. Gözlerimi kaçırdığımdan değil… Ben, başım dik yürürken onlar ayaklarımdan başlayarak bütün bedenimi gezindiklerinden... Haklarını yemek istemem tabii, çok hızlı yürüdüğüm için yüzüme bakma fırsatı bulamamış olabilirler.

Yolun sonunda bulduğum ilk minibüse binerken kaldırdığım bacağa odaklanmış dört çift gözle karşılaştım. Minibüs şoförüne gideceğim yeri söyleyip parayı uzattım. Minibüs şoförü parayı almadan önce bacaklarıma şu soruyu sordu: “Neresi?” Ağzım “Kozyatağı.” dedi. Ellerim, göğüslerime uzatılan para üstünü aldı. İki kişilik koltuklardan birine oturdum. Yanıma oturan egemen kişi beni süzmedi. Şaşırdım; ama minibüsten inmek için ayağa kalktığımda anladım bu davranışın sebebini. Otururken kucağıma aldığım çantam, pembe-gri eteğimi kapatıyordu. Ayağa kalkınca ortaya çıkan ete bakarak ilk andaki şaşkınlığımı aldı erkek-insan.

Minibüsten inerken gözlerim dışında her yerime temas eden gözler gördüm. Üst geçitten geçerken başka gözler geçti yanımdan bir akıntıya kapılmış gibi. Acelem olduğu için nereye baktıklarına dikkat etmedim.

Şehrimde hiç kadın olmadığına inanacaktım neredeyse. Neyse ki işe gitmek için bindiğim serviste göz teması kurabilenler vardı. Rahat bir nefes aldım. Kitap okuyup müzik dinleyerek sildim egemen nazarları.

İşyerinde gördüğüm egemen kişiler, daha eğitimli oldukları için gözlerini çaktırmadan dolaştırdılar üzerimde; kıyafetim hakkında yorum yaparak kapattılar açıklarını; bacaklarım yerine dudaklarıma konuştular seviyeyi biraz yükselterek; koluma dokundular ara sıra kolun da bir organ olduğunu bildiklerini göstermek için.

Bu sıradan günde anladım etek kelimesinin kerametini. Yasaklanmasının sebebini anlamak için kelimenin nesneye dönüşmüş halini üzerine giymek gerekiyormuş demek ki! Ama hâlâ anlayamadığım bir konu var: İki yumurtayı kırmayı beceremezken nedir bu erkeklerin egemenliği?